Dünyada önümüzdeki yüzyılı etkileyecek değişimlerin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Salgın sonrası yeni düzen oluşurken ülkelerin uyguladıkları politikalar ve oluşacak yeni küresel işbirlikleri ekonominin geleceğini belirleyecek.
Sağlık sistemimiz ve sağlık emekçilerimizin bilgi, deneyim ve azmi sayesinde salgınla mücadeleyi başarıyla sürdürüyoruz. Yüksek hastane kapasitelerimiz, tedavi ve takip süreçlerinde izlenen yöntemler ile vefat oranları pek çok ülkeye kıyasla oldukça düşük seviyelerde kaldı. Yeni vaka sayıları alınan tedbirlerle belli bir oranın altında seyrediyor. Rehavete kapılmadan ve sosyal mesafe tedbirlerini ihmal etmeden sürecin sağlık boyutunu aynı dikkatle sürdürmek zorundayız.
Diğer yandan hem Avrupa’da hem ülkemizde ekonomi yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Alışmak zorunda olduğumuz yeni bir normale geçiyoruz. Virüse karşı etkili bir aşı ya da ilaç geliştirilene kadar bu yeni normalde yaşayacağız. Bunun bilincinde olarak işyerlerimizi ve iş yapma şekillerimizi çalışanlarımızın ve tüketicilerin sağlığını tehlikeye atmayacak şekilde yeniden düzenliyoruz. Uzun bir süre yeni kurallarla yaşamaya hazır olmalıyız.
Yeni normalin makroekonomik yansımaları da çarpıcı olacak. Dünya ekonomisinde finansal açıdan yeni bir dönem başlıyor. Yüksek borç ve işsizlik ülke ekonomilerini ve siyasetlerini derinden etkileyecek. Dünyada özellikle gelişmekte olan ülkelerde bir kısım borç ödenemez hale gelecek ve dış desteğe ihtiyaç duyulacak. Gelişmiş ülkeler ise monetizasyonu tartışmaya başlayacak. Tedarik zincirlerinin Çin-Asya ekseninden yeniden Batı’ya kayışı bu ülkelerde gelir kayıplarına ve tepkilere neden olacak. İhracat odaklı politikalardan iç talep odaklı politikalara geçişi hızlandırmak zorunda kalacaklar. Petrol fiyatlarındaki düşüşün uzunca bir döneme yayılması doğal kaynak gelirleriyle bütçelerini dengeleyen ülkelerde de dengeleri ve siyaseti zorlayacak.
Türkiye bu değişimlerin tam ortasında. Yeni dönemin bazı alanlarda getirdiği yıkımı, yaratıcı yıkıma çevirerek ekonomimizi dönüştürmek bizim elimizde. Tedarik zincirlerindeki değişim Avrupa’nın yanı başında, Gümrük Birliği üyesi ve iyi bir endüstri alt yapısı olan ülkemiz için bir fırsat. Ancak bu fırsattan faydalanmak isteyen tek ülke Türkiye değil. Yeni AB üyesi Doğu Avrupa ülkeleri ve hizmet sektörleri bu krizde önemli yıkıma uğrayan Güney Avrupa ülkeleri de pastadan pay almak için kolları sıvadılar.
Türkiye’nin sağlık sisteminin salgında iyi bir sınav vermiş olması önemli bir avantaj. Ancak bu başarı tek başına yeterli değil. AB’nin değerler sistemi içerisinde güvenilir ve istikrarlı bir ekonomi olarak görülmek, temel hak ve özgürlüklerde belli standartları sağlamak, güçlü bir hukuk devletine sahip olmak, dijital altyapının yeterliliği ve iklim değişikliğine karşı bir yol haritasına sahip olmak yeni dünyanın yeni kriterleri. Çünkü AB ve ABD kendi değerler ve hukuk sisteminden uzak ülkelerde tedarik zincirleri kurgulamış olmaktan önemli ölçüde zarar gördüler. Uzun zamandır fikri mülkiyet haklarının Holiganbet yeterince korunamaması ve oyunun kurallarına uymadan rekabette öne geçen dev şirketlerden rahatsızlık duyuluyordu. Yeni dönemde de meseleyi sadece coğrafi çeşitlendirme boyutuyla ele almayacaklardır. Salgın sonrasında Batı ekonomi alanında da artık kendi değerler sistemine yakın ortaklarla iş birliğini artıracak.
Ekonomik istikrar da bu değerlerin bir parçası. Tedarik zincirindeki bir ülkenin kredi notu, finansmana erişimi, uluslararası piyasalarda parasının itibarı ve istikrarı üretim fonksiyonunu yerine getirebilmesi açısından son derece önemli. Özellikle finansal alanda ve ekonomi politikalarında uluslararası standartlardan uzak düzenlemeler ülkemizin ekonomik güvenilirliğinin sorgulanmasına neden olacaktır. Serbest piyasa ilkelerinden ve TL konvertibilitesinden asla vaz geçmemeliyiz. Devletlerin ekonomide ağırlığının artması küresel bir trend olarak görülse de amacın özel sektörün yerini almak değil, krizden çıkışta ve yeni teknolojilerin gelişiminde destek olmak olduğu ortadadır. Bunun da şeffaf ve kurallı bir şekilde yapılmadığı ülkelerde ekonomik güven zedelenecektir. Ekonomide verimliliğin temeli rekabettir ve tüm politikalar adil rekabeti sağlayacak şekilde önceliklendirilmelidir.
Bu koşullarda kriz sonrası fırsatlardan faydalanmak için Türkiye’nin öncelikli olarak yapması gereken şey ülkemizin kredibilitesini artıracak adımları atmaktır.
-Demokrasi, temel haklar ve hukuk sistemini güçlendirmek,
-Dijitalleşme sürecini hızlandırmak,
-İklim değişikliği ile mücadele için gerekli yol haritasını belirlemek,
-AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını güncellemek için gerekli adımları atmak,
-Ekonomide istikrarlı, şeffaf ve güvenilir politikalarla, serbest piyasa ilkelerinden taviz vermeden gerekli reformları yapmak
bunların başında gelir.
Yeni dünyanın şekillendiği karmaşık bir dönemden geçerken uluslararası ilişkilerimizi de yeniden gözden geçirmemiz gerekecek. 2000’li yılların başında AB ve transatlantik ittifak çıpalarıyla sadece Batı ile değil, bölge ve komşu ülkelerle olan ilişkilerimizde de önemli ilerlemeler oldu. Diplomatik yönden tarafsızlığımız ve ideolojik olarak nötr konumumuz sayesinde birçok bölge ülkesinin sorunlarında güvenilir arabulucu haline geldik, bölge ülkeleriyle olan ekonomik ilişkilerimizde büyük bir sıçrayış yaşandı. Ne var ki hem içeriden hem de dışarıdan kaynaklanan nedenlerle bu süreç akamete uğradı. Bugün gelmiş olduğumuz noktada Türkiye’nin hem ulusal çıkarları hem de toplumun beklentilerine uygun olarak uluslararası arenada dostluk ve ittifaklarını genişletmesi, sorunların çözümüne diplomasiyi ve işbirliğini önceleyerek yoğunlaşması elzemdir.
Safların yeniden belirlendiği, kartların yeniden dağıtıldığı bu dönemde ülkemiz önemli bir dönemeçte. Geçtiğimiz yüz yılda Cumhuriyetimizin getirdiği kazanımlar ve ekonomik alandaki başarılarımız gelecek yüzyılımıza da ışık tutuyor. Bu kriz sürecinden de başarıyla ve güçlenerek çıkacağımıza, Türkiye’nin önümüzdeki yüzyılını belirleyecek doğru kararları vereceğimize ve dünyadaki yerimizi daha da güçlendireceğimize inanıyoruz.